twitter
    Ne mutlu Türküm diyene!

Mike Bibby


Mike Biby
KRALLARIN BEYNİ; MIKE BIBBY “DIME” # 10

Yıl 1997, 14-15 yaşlarındayım. Odamın duvarlarının boydan boya NBA yıldızlarının posterleri ile kaplayarak annemi çıldırttığım, her yerde Fleer koleksiyon kartlarını fellik fellik aradığım yıllar. O sıralarda da Harun, Orhun ve Naumoski’yle yeşermiş basketbol sevgim giderek NBA’e kanalize olmakta. Ama bir gün evde televizyon seyrederken tuhaf bir basketbol maçına şahit oluyorum. Takımlardan biri sürekli koşuyor, pres yapıyor, fast break atıyor, üst üste gelen smaçlar ardından üçlük bombardımanları. NBA’de bile bu hızda basketbol görmediğim için duraklıyorum ve takımın point guardına içimden helal olsun buna can dayanmaz diye geçiriyorum ve takımın ismini merak ediyorum. Allah’tan spiker bir süre sonra isteğimi kırmayıp: “Arizona farkı 20 sayıya çıkarttı” diyerek beni rahatlatıyor. Ama bu sefer de aklıma bu mükemmel oyun kurucunun kim olduğu takılıyor işte tam o sırada da yapılan bir faul imdadıma yetişiyor: Mike Bibby...

KRALLARIN BEYNİ, JASON KIDD’İN VARİSİ Mİ?
Basketbolda benim çok beğendiğim bir söz vardır: “Bir takım sahada oyun kurucusu kadar konuşur” Kimi yazarların bu tür sözleri fazlasıyla klişe ve klasik bulmalarına rağmen bence doğruluğu kesinlikle tartışılmayacak bir ifade. Çünkü iyi bir oyun kurucu gerçekten takımının çehresini bir anda değiştirebilir. Jason Kidd ve New Jersey Nets örneğinden yola çıkarsak yıllarca NBA’in vasat takımlarından biri olan Nets, Kidd’in gelişi ile beraber vites atlamak bir yana adeta turbolarını çalıştırarak NBA finaline kadar ulaştı. Triple-double canavarı sayın abimiz, sanırım siz de bana katılacaksınız ki, şu an NBA’in tartışmasız en önemli point guard’ı. Dallas’taki 3 J’li (Jason Kidd, Jim Jackson, Jamaal Mashburn) günlerden beri sürekli kendisini geliştiren Kidd, önce Suns’ta gerçek performansını gösterdi, sonra da New Jersey’de MVP adayı bir oyuncu olduğunu herkese kanıtladı. Maalesef takım arkadaşları onu Kobe&Shaq biraderler karşısında yalnız bırakınca 2002 NBA finallerinde şampiyonluğa ulaşan taraf, 4-0’la başını hiç ağrıtmadan Nets’i süpürüp geçen, Los Angeles Lakers oluyordu. Jason ve arkadaşları bu iş için yeterli olmasa da Kidd’e benzer ekolde basketbol oynayan genç bir oyuncu kurucu ve onun takımı konferans finalinde Lakers’ın canını bayağı sıktı: Mike Bibby ve Sacramento Kings!!

BABA-OĞUL VE KUTSAL OYUN
Evvel zaman içinde Henry Bibby adında bir oyuncu varmış. John Wooden’ın efsane UCLA’inin yıldız guard’ı olan bu çocuk, gün gelmiş NBA’e seçilmiş. 1973 Şampiyonu New York Knicks’le geçirdiği çaylak sezonunda gel zaman git zaman bir maç sonrasında Virginia isimli Trinidad’lı güzel bir bayan görmüş ve görür görmez ona aşık olmuş. Henry ile Virginia çok geçmeden evlenmiş. Çiftin dört çocuğu olmuş. Hep beraber sıcak sevgi dolu evlerinde sonsuza kadar mutlu yaşamışlar. Gökten iki elma ve bir basketbol topu düşmüş. Evin küçük oğlu topu kapmış ve driplinge başlamış. Onu keşfeden scoutlar sayesinde de çocuk kapağı NBA’e atmış. Ne yazık ki bizim gerçek hikayemiz bu kadar pembe değil. Hatta biraz sonra bir baba ile oğlun düşebileceği en üzücü durumlardan birini okuyacaksınız.

“Benim hayatımda bana babalık yapmamış birine yer yok ne kadar ünlü olursa olsun.” M.B

Yoğun maç temposu ve takımların yaptığı takaslar yüzünden Henry Bibby de çoğu oyuncu gibi şehir şehir dolaşmak zorunda kalır. Bibby önce çaylak sezonunda Knicks’te şampiyonluk kazanır. (NBA kariyer ortalamaları 8.6 sayı ve 3. 4 asist) Oradan şu anın Utah’ı bir zamanların ise New Orleans’ı olan Jazz’e gider. Bir sonraki durak ise 2 kez NBA finali oynayacağı Philadelphia 76’ers dır. Ardından NBA, CBA dolaşır durur. Ta ki 1980’de ailesiyle beraber Arizona’ya yerleşene kadar. Bu tercihlerindeki en önemli etken Virginia’nın annesinin sağlık sebepleri dolayısıyla Arizona’da tedavi görmek zorunda olmasıdır. Oyunculuğu döneminde NCAA, NBA ve CBA şampiyonluğu yaşayan yegane isim olan Henry Bibby, Arizona’da öncelikle birkaç minikler ligi takımı çalıştırarak antrenörlüğe adım adar. Daha sonra ise kendisine Arizona State Üniversitesi’nde asistan coach olarak iş bulur. Skandallar eyaleti Arizona’da 1985 yılında meydana gelen ve takımı karıştıran bazı olaylardan sonra Bibby istifasını verir. Hatırlayacaksınız ki Arizona State, 1997 yılında da iki oyuncusunun kendi maçlarının skorları için 250.000 $‘lık bahis oynadıkları yolunda ortaya atılan skandalla sarsılmıştı. Henry Bibby Arizona State’ten ayrıldıktan sonra kendisine genelde CBA takımlarında iş bulur. Sırasıyla Baltimore, Maryland, Savannah, Georgia, Tulsa, Oklohoma’da çalıştıktan sonra Venezuella’ya antrenörlük yapmak üzere gider. Bu sırada sizin de tahmin edebileceğiniz gibi karısı ile ilişkisi iyice bozulmuştur. Çocuklarını görmek için eve yaptığı ziyaretler de gittikçe azalır ve en sonunda yılda sadece ikiye ya da üçe düşer.

“Beni elimden tutup antrenmanlara götüren ya da istemediğim halde ipe tırmanmam için beni zorlayan annemdi bir başkası değil!” M.B

13 Mayıs 1978’de Bibby ailesinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Michael (Mike), çocukluk ve ergenlik yıllarının büyük bir kısmını babasız geçirir. Doğum günlerinde, yılbaşlarında, şükran günlerinde yani bir çocuğun babasının yanında olmasını bekleyeceği çoğu zamanda Henry, çeşitli bahaneler dolayısıyla ortada yoktur. Dört kardeş de babalarından gelen kartlar, ufak hediyeler ve telefon konuşmaları ile kendilerini avutmak zorunda kalır. Kardeşler içinde belki de babasıyla ilişkisi en kötü olan ise Mike’tır. Kendisini, kardeşlerini ve annesini öylece bırakıp gittiği için babasına neredeyse nefrete dönüşen bir öfke duyar. Mike’ın gelişimi sırasında babasının yapması gereken vazifeleri bir noktaya kadar en büyük kardeşi Dane üstlenir. Zaten Mike oğlunun ismini de bu yüzden Michael Dane koyacaktır. Bu sırada küçük Mike, ağabeyleriyle arka bahçede oynayarak başladığı basketbolda bir anda eyaletin en çok gelecek vadeden yıldız adayı haline dönüşür. Özellikle Shadow Montain Lisesi’nde geçirdiği son sezonunda 34.0 sayı ortalaması tutturup takımını da eyalet şampiyonluğuna ulaştırınca yıldızı iyice parlar. Lisede 3 kez Arizona Eyaleti yılın en iyi oyuncusu seçilmesini bir tarafa bırakırsak Mike, attığı 3002 sayıyla da hala kırılamayan bir rekora sahip bulunmakta. Haliyle böylesine parlak bir performans sayesinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve Amerika’nın en iyi lise oyuncularını bir araya getiren Mc Donald’s All American maçına davet edilir.
Aslında Mike’ın ailesine baktığımızda basketbolun genlerine işlemiş olduğunu düşünmemek elde değil. Babasının kariyeri ortada, Amcası Jim de lisede başarılı bir oyuncuydu ama onun başarısını sadece genlere bağlamak da biraz yanlış olur. Çünkü annesi Virginia’nın da Mike’a öğrettiği ve onun liderlik yeteneklerinin gelişmesin de çok önemli yer tutan bir sözü vardır: “Her zaman önce zekana güven ve aklını kullan.”

“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu.” M.B.

MİCHAEL TİTRE VE KENDİNE GEL!!
Mike büyüdükçe babasına karşı olan öfkesi öylesine bilenmiştir ki artık babası evi aradığı zaman kardeşlerine evde yok dedirtir, babasının kendisine yazdığı hiçbir karta ya da mektuba cevap vermez.
Bu öfkesini kontrol etmekte artık o kadar zorlanıyordur ki Bibby sahada bile agresif davranışlar sergiler:
“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu. Tabii ki biraz itiş kakış oldu ama hiçbir zaman kimseyle kavga etmedim. Sonra bir gün annem beni kenara çekti ve azarlamaya başladı: {Michael sen ne yaptığını zannediyorsun?? Sahada laf atmadığın adam yok!! Bundan sonra çeneni kapat ve adam gibi oyununu oyna!!} diye beni bir güzel fırçaladı o günden sonra da sahada Trash Talk hiç yapmadım.”
Tam bu dönemlerde Henry Bibby Univesity Of Southern California’nın başına getirilir (USC). Oğlu Mike belki de kendisinden bile iyi bir point guard olmuştur. Bu yüzden Mike liseden mezun olduğu zaman Henry ona USC’den burs sağlayarak bir taşla iki kuş vurmak ister. Hem iyi bir oyun kurucuya sahip olacaktır hem de oğluyla ilişkilerini düzeltme fırsatı doğacaktır. Henry oğluyla konuşmaya gider, ona baba-oğul çok iyi bir ikili olabileceklerini ve bazı şeyleri düzeltebilecekleri söyler. Mike’ın Henry’e bir baba olarak saygı duymamasını saymazsak bile Henry Bibby coach olarak aşırı disiplinli olması ile ünlüdür. Kısa bir süre düşündükten sonra babasına kesin cevabını verir: “Teşekkür ederim ama olmaz!!” Mike, Arizona Üniversitesi’nden çok cazip bir burs teklifi almıştır. Bu sayede hem ailesinden uzaklaşmayacak hem de NCAA tarihinin en iyi 10 antrenöründen biri olan Lute Olson gibi deneyimli hem de point guard yetiştirmesi ile ünlü kurt bir hocayla beraber çalışarak kendisini geliştirebilecektir.

BİBBY-BİBBY’E KARŞI
Mike babasının teklifini reddedip Arizona’nın bursunu kabul etmekle sadece USC’yi iyi bir oyun kurucudan mahrum etmekle kalmamıştı, artık Mike ACC’den sonra en güçlü NCAA ligi olan Pac-10’de USC Trojans’ın ezeli rakiplerinden Arizona Wildcats formasıyla babasına karşı mücadele edecektir. Herkesin beklediği de gerçekleşir Mike, USC’ye karşı oynadığı maçlarda olayı bir gurur meselesine dönüştürerek sahada babasının canını en çok yakan oyunculardan biri olur. Arizona’nın USC deplasmanlarından birinde Mike, Offspring ve Greenday gibi grupların vatanı, Punk’ın başkenti Orange Country-California’dan gelen muhabirlerle yaptığı röportaj sırasında söyle der: “Biliyorsunuz annem babam gibi ünlü biri değil. Ama her defasında biri “Mike Bibby var ya, hani şu Henry Bibby’ni oğlu” dediğinde keşke insanlar: “Mike Bibby, Virginia Bibby’nin oğlu” deseler diye içimden geçiriyorum. Benim her maçımı hem de hiç kaçırmadan seyretmeye gelen annem. Benim şu an burada olmamın nedeni de annem. Babam değil!! Ben işte buyum artık değişemem.” Oğlunun bu söyledikleri kendisine iletilince Henry Bibby de şu cevabı verir: “Bana oğlumla ilgili soru sormayın, duyduğunuz her şey tek taraflı. Ailemizin kirli çamaşırlarını tüm medyanın karşısında ortaya dökecek değilim.” Herhalde bir baba-oğul ilişkisi ancak bu kadar “ayvayı” yiyebilir.

Bir Lute Olson Klasiği: Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler…

MAHŞERİN ATLILARI: MİLES SİMON&MİKE BİBBY
NCAA’de bazı coach’lar freshman oyuncuları özellikle de oyun kurucu olarak oynuyorlarsa ilk yıllarında tecrübeli guard’ların arkasında bekletmeyi tercih ederler. Ama Lute Olson, Bibby’i ilk seyrettiği andan itibaren bu çocuğun potansiyelinin farkındaydı. Zaten kafasında planlayıp sahaya yansıtmak istediği oyun tarzında Bibby kilit bir noktadaydı. Bibby’i Kentucky’e getirtmeye çalışan zamanın Kentucky antrenörü Rick Pitino, Bibby’nin oyununu şu şekilde değerlendiriyor: “Bazı birinci sınıf oyuncuları kolejde ilk maçlarına çıktıklarında bile öyle oynarlar ki onlara çaylak ya da acemi demeye diliniz varmaz. İşte Mike da onlardan biri. Fevkalade bir oyuncu, sadece fiziksel olarak değil beyninde de bu oyunu çok iyi oynuyor. Fikrimi sorarsanız ben bir NBA yıldız adayı görüyorum. Onu mükemmel bir gelecek bekliyor. Beni çok etkiledi. Arizona böyle bir guard’a sahip olduğu için çok şanslı. Keşke Arizona yerine bizi tercih etseydi.” Mike hakikaten Pitino’yu haksız çıkartmadı ve çaylak sezonunda ortalığı toz duman etti. Özellikle Olson’ın istediği oyun tarzına tam olarak uyuyordu. Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler. Open Court hücum etmeyi çok iyi beceren guardlar ve ileri çabuk koşan uzunlar sayesinde Arizona, NCAA tarihinin en çok seyir zevki veren basketbollarından birini oynamaktaydı. Mahşerin atlıları: iki deli fişek, Miles Simon ve Mike Bibby, bu ikiliyi benchten mükemmel destekleyen ama sahada rakibinden çok batıl inançlara yenilen çaylak Jason Terry, (Şu an Atlanta’da oynayan bu abimizin öyle tuhaf ritüelleri var ki; mesela maçtan evvel rakip takımın şortuyla ısınmaya çıkar ya da uğurlu gelen marka çorapları olmadan şut atamayacağına inanır.) Galatasaray’dan da hatırlayacağımız atletik forvet Benneth Davison, süper skorer Michael Dickerson (Memphis Grizzlies) ve A.j Bramlet gibi fiziksel yetenekleri üst düzeyde, çabuk oyunculardan oluşan kadrosuyla Arizona 1996-97 sezonunda fırtına gibi esti. Önüne geleni deviren “Vahşi kediler”, Bibby ve Simon ikilisinin liderliğinde önce Elit Eight’te Paul Pierce ve Raef La Frentz’in Kansas’ını 85-82’lik skorla saf dışı ederek final-four’a kaldı. Bibby ve Simon ikilisinin sıradaki kurbanı Vince Carter ve Antawn Jamison olacaktı. Simon, North Carolina coach’u Dean Smith’e kendisine burs vermediği için öfkeliydi ve bu sayede intikamını da bir nevi almış oluyordu. Arizona takımı iki guardı üzerine kurduğu ve onlarla klasikleşen ön alanda baskı kur, top çal, fast break at tarzı oyunu ile Tar Heels’ı tam 17 top kaybına zorlar. A.j Bramlett içerde Vince ve çetesini blok manyağı yaparken Bibby, topu olabildiği kadar çabuk karşı tarafa geçirerek takımın top kayıpları yapmasını engellemekte, skor yükünü ise yine takımın muhteşem guard ikilisi Bibby ve Simon sürüklemekteydi. Zaten 1997 NCAA turnuvasında Arizona takımının skor gücüne baktığınız zaman takımın bulduğu sayıların büyük bir kısmını Bibby-Simon ikilisinin attığı görürsünüz. Bibby, North Carolina maçında potalara 20 sayı bırakırken aldığı 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmayla galibiyette baş rolü üstlenen isim oluyordu. Kankası Simon da rakibi sayı bombardımanına tutarak istatistik kağıdına tam 24 sayı yazdırmıştı. Finaldeki rakip ise Rick Pitino’nun Ron Mercer’lı ve Nazr Muhammed’li Kentucky’siydi. İşte şimdi sıra Pitino’yu Bibby konusunda haklı çıkarmaya gelmişti. İnanılmaz tempoda oynanan maçta Arizona, bilinen oyununu daha da sertleştirirken final oynamanın stresiyle biraz da paniğe kapılıyordu. Sahalarından çabuk top çıkartalım derken yapılan hatalar kendi potalarına sayı olarak geri dönmesine rağmen Arizona da yaptığı savunma ve kaptığı toplarla rakibi aynı şekilde cezalandırmaktaydı. Olson ve Pitino’nun taktik savaşında maçın normal süresinde iki taraf da yenişememişti (74-74). Uzatmalarda ise gülen taraf Arizona olacaktı (84-79). Simon 30 sayı atarak tamamladığı bu maçta, sahada yapması gereken her şeyi yaparak belki de kariyerinin en iyi performansını ortaya koyuyor ve haliyle de MVP ödülüne ulaşıyordu. Bibby ise 19 sayı bulmasının yanında 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmalık performansıyla izleyenleri büyülemişti. Böylelikle Bibby turnuvada 18.0 sayı, 4.8 ribaund ve 3.3 asist ortalamalarına ulaşarak freshman bir oyuncunun takımına ne denli büyük bir katkı sağlayabileceğini gösteriyor ve sezon istatistikleriyle (13.5 sayı, 5.2 asist ve 3.2 ribaund) de haklı olarak Pac-10 Freshman of the Year seçiliyordu. Bibby ve “Vahşi Kediler” 97-98 sezonuna da hızlı girmesine rağmen, bu kez Elit Eight’le yetinmek zorunda kalacaktı. Bibby ise ortalamalarını daha da arttırarak (17.2 sayı, 5.7 asist ve 3.0 ribaund) bu kez Wooden ödülüne gözünü dikmişti ama oylamada 3. olarak ancak Pac-10 yılın oyuncusu ödülüyle avunacaktı.

HAYALLERDEN GERÇEĞE
Mike çevresinin de telkiniyle artık NCAA’de yapabileceği her şeyi gerçekleştirdiğine ve artık hazır olduğuna inanmaya başlamıştı. Annesine bu düşüncelerini açtıktan sonra annesi biraz duraksar ve bu kararı Olson’la beraber alması gerektiğini söyler. Çünkü oğlunun fazla aceleci davranacağından endişelidir. Olson genelde oyuncularının ve özellikle de oyun kurucularının erken profesyonel olmasına sıcak bakmaz ama Bibby gerçekten NBA’e hazırdır ve Olson dayanamayarak NBA Draftlarına katılması gerektiğini söyler. Olson’ın Arizona kariyerinde Brian Williams’tan sonra erken profesyonel olan ilk oyuncusunun Bibby olduğunu söylersem Olson’ın bu tutumunda ciddi olduğunu sanırım hepimiz görebiliriz. Üstelik Olson’ın geçtiğimiz yıl Jason Gardner’ı takımda tutmak için yaptıklarını da biliyoruz. Hatta kimi iddialara göre Olson’ın scoutlara para vermiş ve bu scout’lar yaz liginde oynayan Gardner’a bilinçli olarak ilk turda seçilemeyeceğini sızdırmıştır. Sonuçta Bibby biricik annesi Virginia ve Coach Olson’ın da katılacağı bir basın toplantısı düzenler. Öncelikle Olson’a üzerindeki emekleri için teşekkür ettikten sonra toplantının gerçek nedenini açıklar: “Çocukken iki rüyam vardı. Birincisi NCAA şampiyonu olmak. İkincisi ise NBA’de oynamak. İlkini gerçekleştirdim sanırım sıra artık ikincisine geldi.” Basın toplantının sonunda Lute Olson şöyle der: “Bu çocukla ilgili en çok özleyeceğim şey onunla saha dışındaki ilişkimiz olacak. O, olağanüstü bir genç. Ahlaki değerlere önem veriyor. NBA için gereken her şeye sahip üstelik herkesin tanıdığı biri olmasına rağmen hala arkadaşlarıyla Burger King’e gidip takılıyor. Şöhret bu çocuğu bozamaz. Onun gibi bir oyun kurucuyla iki yıl beraber çalışmış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.”

Scoutların da Mike hakkındaki raporları oldukça olumdur; Mesela Gregory Romeno’nun raporunda aynen şunlar yazmaktadır: “Gary Payton’dan sonra gördüğüm en iyi oyun kurucu. Olson ekolü guardlarından Damon Stoudemire’dan çok daha yetenekli. Kimse 20 sayı 10 asist ortalaması ile oynarsa şaşırmasın . Bence birkaç yıl içinde NBA’in tartışmasız en iyi oyun kurucusu olacak.”

98 NBA DRAFT’I
1998 Draft’ı gelip çattığında Mike’ın birinci ya da ikinci sıradan seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu ki bunu gerçekleştirdiği takdirde bir zamanlar San Antonio’nun süper forveti -günümüzün ise maç anlatıcısı- Sean Elliot’tan (1989-3.sıra) sonra ilk 3 sırada seçilen ilk Wildcat olacaktı. 1998 yılı gerçekten çılgın bir drafta şahit oluyordu . Bizim de Houston tarafından 18.sırada seçilen Mirsad’la ilk Türk oyuncusunu NBA’e göndermenin sevincini yaşadığımız bu draftta, Vince Carter, Antawn Jamison, Dirk Nowitzki, Paul Pierce, Jason Williams gibi bir çok yıldız oyuncu seçilecekti. Bibby ise hayal kırıklığına uğrayacak ve seçilmeyi beklediği ilk sırayı Michael Olowokandi’ye kaptırarak ikinci sırada Vancouver Grizzlies tarafından seçiliyordu.

MUHTEŞEM GUARD İKİLİSİNİN DİĞER FERDİ: MİLES SİMON
Bu noktada biraz da Bibby’nin takım arkadaşı Miles Simon’dan bahsetmek istiyorum. Final Four MVP ödülüne rağmen Simon ancak 42. sırada Orlando tarafından seçilerek büyük bir düş kırıklığına uğrayacaktı. 42 sırada draft olmak bir oyuncu için ilk turun başlarında seçilmek kadar avantajlı olmasa da unutmayalım ki Simon’ın bir sıra üstünde kendisine yer bulan oyuncunun ismi Cutino Mobley’dir!! Simon biraz da kendi hatalarının kurbanı oldu. Kendisine fiziksel olarak zayıf kaldığını kilo alması gerektiği söylendiğinde hangi süpersonik zekanın tavsiyesine uyduysa adamımız sabah-akşam Junk food yer. Hatta McDonalds’ta 10 hamburger sipariş ettiğine dair espriler yapılmaktaydı. Doğal olarak ki arkadaşımız kas yerine yağ depolar ve bir de bunları eritmekle uğraşır. Kendisini seçen takım da onun bir başka şanssızlığıdır. Orlando, Anfernee “Penny” Hardaway’e sahipken tutup da Miles Simon’ı oynatmayacaktır. Toplam 5 maçlık NBA macerasında Simon ancak 2 sayı bulabilir ve çoğu haftayı da sakat olsun ya da olmasın injured list’de geçirir. Bibby ve Simon telefonda dertleştiklerinde Bibby, Vancouver’da sosyal hayatın olmamasından ve soğukta donduğundan yakınır. Florida’nın sıcak kumsallarında gezmek için bolca fırsatı olan Simon ise plaj ve kızlar dışında Orlando’da hiçbir şeyin beklediği gibi gelişmediğinden dert yanar. Simon’ın hikayesinin gerisi CBA ve Avrupa’da devam eder. Maccabi Ironi Raana’da tutunamaz. Oradan İtalya ikinci lig takımlarından Livorno Basket’e gider, oradan kısa bir Palacanesto Varese macerası ve tekrar CBA’e geri dönüş. Potansiyeli olan bir oyuncuyu bu halde görmek gerçekten üzücü.

NBA’DEKİ İLK YILLAR: “GRİZZLİES MACERASI”
Konumuza geri döndüğümüzde soğuk iklimi saymazsak Bibby, Grizzlies’teki halinden oldukça memnundur. Tabii ki o zamanlarda Grizzlies, Elvis’in şehri Memphis yerine Kanada’nın güzide ama soğuk şehri Vancouver’da bulunmakta. Burada Bibby için en olumlu durum çaylak bir oyuncunun isteyebileceğinden de fazla süre alacak olmasıdır. Tam bu sırada, özellikle Patrick Ewing sağolsun, profesyonel basketbolcular, salonların girişine “Bu iş yerinde grev vardır.” yazısı asarak halay çekmeye gider. Sezonun başlaması da geciktikçe gecikir. Ewing-Stern görüşmeleri tüm şiddetiyle devam ederken oyuncular da ne yapacaklarını bilememektedir. Bu sırada sezona hazır girmek isteyen Bibby’nin aklına bir fikir gelir ve idolü Jason Kidd’i arar. Jason’a sezona beraber hazırlanıp hazırlanamayacaklarını sorduğunda Mike kendisini çok mutlu eden bir cevapla karşılaşır. Sahada kendisine örnek aldığı oyuncuyla birlikte yeni sezona hazırlanacaktır. Bu çalışmalar Bibby için verimli geçer. Bu arada herhalde Pat, Jay Leno’nun kendisi hakkındaki esprilerinden sıkılmış olacak ki David Stern’le anlaşır. Bibby’nin kendisini NBA tanıtma zamanı gelmiştir. 13.2 sayı ve 6.5 asist ortalamalarını tutturup sahada maç başına yaklaşık 35 dakika kaldığı başarılı çaylak sezonunun ardından Bibby Çaylak ilk beşine seçilir. Ayrıca yakaladığı 6.5 asist ortalamasıyla çaylaklar arasında bu kategorinin lideri olmakla kalmaz ayrıca NBA’in de en iyi 15 ismi arasına girer. İkinci sezonunda ise hem şut isabet yüzdelerini hem de ortalamalarını yükseltir (14.4 sayı, 8.1 asist), Dallas’a karşı ustası Kidd’e özenerek 14 sayı, 11 asist ve 11 ribaund’la kariyerinin ilk triple-double’ını yapar. Ayıca All-Star haftasonunda Schick Rookie Challenge’da forma giyer. Vancouver’daki son sezonunda ise istatistiklerini biraz daha düzeltir ve sayı ortalamasını 15.9’a, asist ortalamalarını da 8.4’e çıkartır.

J-WİLL / BİBBY TAKASI; SACRAMENTO GÜNLERİ
1998-99 sezonunda Vlade Divac, Chris Webber ve Jason Williams katılmadan evvel Kings şehrin tek profesyonel spor takımı olması nedeniyle müthiş seyirci desteğine sahip ama başarıdan yoksun bir takımdı. Mitch Richmond, Mahmoud Abdul Rauf, Billy Owens gibi oyuncular artık kariyerlerinin sonuna gelmişti. 98 yazında takımda yapılan operasyonla kadrosunu yenileyen Kings, o müthiş seyirci desteğini de arkasına alarak iddialı bir takım haline dönüşmüştü. Her ne kadar Kings maçları ülkemizde o zamanlarda sıkça yayınlanmasa da hepimiz jeneriklerdeki Webber’in smaçlarını ve Williams paslarını ezberlemiştik. Hele Williams’ın sanki bir sihirbaz edasıyla yaptığı hareketler çoğumuzun nefesini kesmişti. Ama özellikle Hidayet’in Sacramento tarafından draft’ta seçilmesi sonucu daha da sık izlediğimiz maçlar sonrası gördük ki J-Will aslında sadece iyi bir şovmendi. Maç boyunca sahada kafasına göre takılan, ara sıra jeneriklik, NBA action’lık birkaç pas vermesini saymazsak takımını iyi oynatmıyordu ve şutu çok zayıftı. Buna rağmen yaptığı bazı hareketlerin yenilir yutulur cinsten olmaması nedeniyle de taraftarın en çok sevdiği oyuncuların başında geliyordu. İşte tam bu sırada gelen Lakers hezimetinin ardından Kings, çok cesur bir karar alarak NBA tarihinin en önemli takaslarından birine imza attı. Jason Williams koluna Nick Anderson’ı takarak Memphis yollarına düşerken karşılığında Kings, Mike Bibby ve Brent Price’ı kadrosuna kattı. Duygusal davranılmadığı zaman çoğu otoritenin bu takasla ilgili görüşleri benzerdir: Kings çok iyi bir iş yapmıştır çünkü Williams sadece spektaküler bir oyuncuydu ama Bibby sonuca giden sade bir basketbol oynuyordu. Ve otoriteler bu sezon haklı çıktılar. Kings bu takastan çok karlı çıktı ve 60 galibiyet barajına ulaştı. Ben J-Will‘e sempati duymama rağmen yaptığı bir iki hareketle tüm maçı geçiştirmesine sinirlenenlerdenim sonuçta bu “Nike Free Style” yarışması değil. Skora etki etmediği sürece ne yaparsa yapsın fazla bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Üstelik Bibby her yıl kendisini geliştirirken. Williams ise gerilemekteydi. %30 gibi kötü bir 3 sayılık atış yüzdesine sahip olmasına rağmen NBA’in en fazla üçlük kullanan oyuncularının başında geliyordu. Bu arada orta mesafe şutları azalmış ve asist ortalaması ise 7.3’ten 5.4’e, sayı ortalaması ise 12.3’ten 9.4’e gerilemişti. Bu takas aslında Williams için de yararlı oldu çünkü genç ve deli dolu Grizzlies siteminde kendini toparlamış bir Jason Williams çok büyük işler yapabilir. Bu yıl özellikle beklenen karşılaşmalardan biri de Kings-Grizzlies maçıydı. Herkes Bibby/Williams düellosundan kimin galip çıkacağını merak ediyordu. Maçı kendi evinde Grizzlies kazanırken bizim guard’ların savaşının beraberlikle sonuçlandığını rahatça söyleyebiliriz. Bibby maçı 20 sayı, 11 asist, 6 ribaund ve 1 top çalma ile tamamlarken J-Will ise 19 sayı, 13 asist, 3 ribaund ve 4 top çalma gerçekleştiriyordu. Bibby’nin bu seneki performansına göz attığımızda top kayıplarını inanılmaz derecede azalttığını görüyoruz. Hele playofflara gelindiğinde Bibby’e ayrı bir paragraf açmak zorundayız. Mike birinci turda John Stockton’ı sahaya gömerken (Eğer Jazz yönetimi bu adamı birkaç sene daha oynatırsa gerçekten Stockton’ı sahaya gömmek zorunda kalabilirler.) 21.8 sayı ortalaması yakaladığı ikinci turda NBA’in bir başka üst düzey oyun kurucusu olan Steve Nash’i sahadan siliyordu. Lakers’a karşı ise Kobe’den sürekli yumruk, dirsek, omuz yemesine rağmen 22.7 sayı ortalaması ile oynadı.

Bibby artık bir NBA yıldızı, kendi ailesini kurdu ve babasıyla da yavaş yavaş arasını düzeltiyormuş. Geçen ay Sacramento ile 7 yıllığına 80 milyon $’lık bir anlaşma imzalayan Bibby her şeyiyle medyatik bir şahıs ama kendi özel hayatına müdahale eden herkes için koluna yaptırdığı çok anlamlı bir dövme var! Reggie Miller düşmanı Knicks’li yönetmen Spike Lee’nin filmlerindeki kötü adam olan ve birkaç yıl evvel şaibeli bir cinayete kurban giden ünlü rap şarkıcısı Tupac’in bir şarkısından alınıp Bibby’nin koluna kazıdığı sözler aynen şöyle: “Only God Can Judge Me”: Beni sadece Tanrı yargılayabilir!!


0 yorum:

Yorum Gönder