twitter
    Ne mutlu Türküm diyene!

Stephan Marbury


Stephon Marbury

Full Name: Stephon Xavier Marbury

Height: 6' 2"

Weight: 205 lbs.

Position: Guard

Birth Place: Brooklyn, New York

Birthday: Febuary 20, 1977

College: Georgia Tech '96

NBA Team: New York Knicks


‘STARBURY’ #3

BAHÇEDEKİ PARLAYAN YILDIZ!
STEPHON MARBURY

Sıcak bir yaz akşamı.Yer New York Brooklyn’deki, Coney Island. Kötü görünümlü apartmanların arasında bulunan sokaklarda sokak çeteleri geziniyor. Silah sesleri bir yanda, uyuşturucu alıp satanlar bir yanda. Ortam bir gencin kendini ve geleceğini kaybetmesi için uygun. Ancak Coney Island’da bir yer var. “Garden” adı verilen bu yere baktığımızda diğerlerine nazaran daha az küfürlü konuşmanın olduğu, zemini bozuk ve iki ayrı sahadan oluşan bir yer karşımıza çıkıyor. Burada, Coney Island’da geleceğini arayan, daha doğrusu geleceğini kaybetmek istemeyenler, tek kurtuluş yolu olarak gördükleri basketbolu yaşatıyorlar. Her ne kadar basket oynarken 50 metre yakınlarında bir silah sesi duyup en iyi arkadaşlarının ölebileceğini bilseler de bu kendileri için en iyi yol. İşte burası her zaman iyi basketbolcular çıkarmış ve çıkarmaya devam edecek bir yer. Bu yazıda bu bataklığın ortasından kurtulup, kendisini Coney Island’daki “Garden”dan NBA salonlarına taşımayı bilen bir oyuncuyu, Stephon Marbury’i bulacaksınız.

Ben diğerleri gibi olmayacağım!

Tam adıyla Stephon Xavier Marbury, 20 Şubat 1977’de ailenin en ufak elemanı olarak dünyaya geldi. Ailenin toplam 7 adet çocuğu vardı. Annesi, babasının pek ilgilenmediği bu ailede 7 çocuğa da tabiri caizse hem annelik hem babalık yapmış ve her birinin koleji (üniversite) bitirmesini sağlamış. Bu yaptıklarıyla da Marbury’nin sevgisini kazanmış ve hayatta en sevdiği varlık olmuş. Ailenin en büyü çocuğu olan ve Marbury’ye adının verilmesinde önemli bir etken olan kız kardeşi Stephanie de aileyi anneyle birlikte ayakta tutmuş. Tabi bu 7 çocuklu ailenin yaşadığı yerin New York, Brooklyn’in çetelerle dolu, olaysız bir akşam geçmeyen, Coney Island bölümü olduğunu unutmayalım. Böyle bir ortamda 7 çocuklu bir aileyi yaşatmak her baba yiğidin harcı olmasa gerek!
Marbury’nin kendisinden büyük 3 abisi vardı ve üçü de basketbolcuydu. Hepsi NCAA seviyesine bile ulaşamadan basketbolu bıraktı. Gerek uyuşturucu gerekse sakatlıklar iki kardeşi etkilemiş ve kariyerleri çok kısa sürmüştü. Ancak Marbury farklıydı. Daha 3 yaşında basket topuyla tanışan Stephon, 6 yaşında çoğumuzun şu anda bile yapamadığı bir şeyi yapıyor, her iki eliyle de şut atabiliyor ve dripling yapabiliyordu. Yapılan bir röportajda “Her insanın unutamadığı ve çok sevdiği bir çocukluk arkadaşı olmuştur. Ancak eminim ki hiçbiri o insana benim çocukluk arkadaşımın bana yaptığı kadar büyük katkı yapmamıştır” diyen Marbury’nin bahsettiği çocukluk arkadaşı ise bir basketbol topu. Basketbola bu derece sevdalı olan Marbury’nin daha o yaşlarda yaşıtları arasında ortaya çıkan diğer bir özelliği ise hızıydı. İlkokulda yapılan atletizm yarışmalarında hep birinci olan Marbury’nin bu hızı ileride ona çok büyük yarar sağlayacaktı.

“Her insanın unutamadığı ve çok sevdiği bir çocukluk arkadaşı olmuştur. Ancak eminim ki hiçbiri o insana, benim çocukluk arkadaşımın (basketbol topu) bana yaptığı kadar büyük katkı yapmamıştır” Stephon Marbury

İlkokul ve ortaokulda okulunun basketbol takımında oynayan ve harikalar yaratan Marbury’nin ünü gün geçtikçe artıyordu. Özellikle de lise koçları Marbury’i almak için çok büyük eforlar sarf ediyorlardı. Ortaokuldaki son senesinde Katolik Gençler liginde bir maçta attığı 41 sayı (gençler liginde atılan en yüksek sayı) ve bu sayede New York Daily News gazetesine çıkması koçları daha da bir gaza getirmiş, onları Marbury’ye inanılmaz tekliflerde bulunmalarına yöneltmişti. Bu tekliflerin arasında lisedeki tüm ihtiyaçlarının karşılanması, en sevdiği ayakkabılardan alınması ve sportif bütün ihtiyaçlarının karşılanması hatta özel forma ve tişörtlerin bastırılması bile vardı. Marbury’i çok isteyen bir lise koçu ise Marbury ve ailesini her gün akşam yemeğine götürerek onların aklını çelmek istiyordu. Bu kadar teklifin arasında bir karar vermek elbette zordu. Marbury’i kendi liselerinde görmek isteyen liselerden biri de Abraham Lincoln lisesiydi. Bu lise Marbury’nin kendisinden büyük üç abisinin, Eric, Donnie ve Norman’ın büyük hayallerle girip basketbol kariyerlerine nokta koydukları okuldu. (Steph’in 3 yaş küçük erkek kardeşi Zach ise 2 yıllık NCAA kariyerinin -Rhode Island Üniversitesi- ardından 2001 NBA Draftına katılmış ama seçilememişti) Bunun yanında Marbury’nin ortaokulda birlikte olduğu ve Garden’da beraber top oynadığı arkadaşlarının çoğu da bu liseyi tercih etmişti. Özelikle kendisi gibi ileride bir star olacağı düşünülen arkadaşları Russell ve Corey bu lisedeydiler ve oda içten içe Lincoln’i istiyordu. Marbury’nin önünde verilmesi gereken önemli bir karar vardı. Ya o da ağabeylerinin verdiği kararı verip Lincoln’e ortaokul arkadaşlarının yanına gidecekti ya da ailesinin istediği Katolik liseye. Önceleri ağabeylerinin yaşadığı başarısızlıklar onu karamsarlığa itmiş ve dini ağırlıklı Katolik Liseye gitmeyi düşünmüştü. Hatta bu kararında gayet ciddiydi, ta ki Lincoln koçu Bobby Hartstein, Marbury’ye çok çok değerli bir teklif sunana kadar. Lincoln lisesi koçu Hartstein Marbury’ye, Marbury’nin Lincoln’e gelmesi durumunda önümüzdeki 4 sene içinde üniversitelerden gelecek hiçbir teklifi kabul etmeyeceğini, bu 4 seneyi Marbury’nin oyunculuğunu geliştirmesi ve bir yıldız olması için harcayacağını söylemişti. Bu teklif Marbury’yi çok etkiledi ve Steph kararını verdi. Lincoln’e gidecekti. Ancak önünde bir çıkmaz vardı. Acaba o da abilerin gibi bir düşüş mü yaşayacaktı? Kendisi buna inanmamış olacak ki Lincoln’i tercih etti ve ağabeyleri gibi olmamaya çaba gösterdi. Marbury Lincoln’da diğer abilerinin giydiği 3 numaralı formayı giymek istediğini böylece onların anısını hep yanında taşıyacağını ve daha iyi olmaya çabalayacağını söyledi.

Napıyor bu Çocuk!!!

Marbury her ne kadar iyi bir basketbolcu ise de zıpır kişiliğiyle de ön planda olan biriydi. Bir gün çocukluk arkadaşı Russell, Marbury ile olan hikayesini şöyle anlatıyor “Marbury sahada hareket yapıyordu. Önce topu tek eliyle arkasından atıp bacaklarının arasından geçirdi. Bu hepimizin yapabileceği bir şeydi. Sonra aynı şeyi iki topla yaptı. Herkes aval aval ona bakıyordu. Şaşırmıştık. Bu sırada kız arkadaşım geldi. Onunla konuşmaya başladım. Steph’de arkadan gelip kafama (ki Russell kelmiş) vurmaya başladı. Arkamı döndüm ve kız arkadaşımla konuştuğumu söyledim. O da biraz önce yaptığı hareketi anlatmaya, benle alay etmeye başladı. Ona git dediğimde benim ağız taklidimi yaptı ve kız arkadaşıma yanağına bir öpücük kondurarak ona ‘Russell üniversiteye girince yanında ben olacağım bebek’ dedi. O an kafasını kırmak istemiştim” diyor.
Marbury’nin bu yapısını Lincoln da ki koçlarda iyi biliyordu. Taraftarlara oynamayı seven Marbury‘nin şımarması ve kendini yükseklerde görmemesi lazımdı. Lincoln lisesinde çıktığı ilk antrenmanda Marbury herkesi etkilemeyi başarmıştı. Attığı turnikeler, dribblingi bir anda kesip attığı üçlükler ve asistleriyle başta koç Hartstein olmak üzere herkesin takdirini kazanmıştı. Ancak antrenman sonrasında Lincoln yardımcı koçu Gerard Bell koç Hartstein’a “Evet Marbury bugün çok iyiydi ancak bugün antrenman çıkışında bana ukalaca bir bakış attı. Bence onu ilk maçlarda ilk beş başlatma. Onunda kardeşleri gibi olmasını istemiyorum.” diyerek Marbury’nin şımarabileceğini ve kendisini bir anda süper star konumuna getirtmemesini istemiş. Hartstein ise Marbury’e olan güvenini ”O karakteri oturmuş bir çocuk, ağabeylerini ve yaptıkları hataları gördü. Onlardan ders çıkaracaktır” diyerek göstermiştir.

”O karakteri oturmuş bir çocuk, ağabeylerini ve yaptıkları hataları gördü. Onlardan ders çıkaracaktır.” Lincoln Lisesi Koçu Bobby Hartstein

Lincoln Lisesi’nde geçirdiği 4 sene boyunca çok iyi performans sergileyen, hızıyla ve yetenekleriyle herkesi büyüleyen Marbury’nin liseye başlamadan önce en büyük korkusu olan -o zaman ki boyu 1.80m.di- smaç basamama da sona ermişti. Bu 4 sene boyunca boyu 1.88’e uzayan Marbury ikinci senesinde smaç vurmayı başarmış ve artık smaç vurabileceğini de kanıtlamıştı. (Ayrıca Steph, 1995’te Amerika Junior Takımında yer almış ve kamp esnasında NBA’de ilk yıllarında birlikte oynayacağı Kevin Garnett ile tanışmıştı) Bu 4 sene içerisinde bir kez Parade dergisi tarafından en iyi liseli oyuncu seçilen Marbury’nin önünde verilmesi gereken bir karar daha vardı. O da üniversite. Ortaokul’un sonunda olduğu gibi birçok üniversite Marbury’ye burs imkanı sunmuştu. Marbury ise aralarında kendisine en iyi burs imkanını sağlayan Georgia Tech üniversitesinde karar kılmıştı.
Georgia Tech’deki kısa NCAA macerası
Georgia Tech de ki ilk ve tek sezonunda Marbury çok iyi bir performans gösterdi. 18.9 sayı, 4.5 asist, 3.1 ribaund ve 1.8 top çalma ortalamalarıyla oynayan Marbury bir çok ödüle de layık görüldü. Bu ödüllerin arasında ACC Liginin en iyi çaylak, en iyi ilk beş ödülleri vardı. Marbury ACC en iyi ilk beşe seçilebilen beşinci freshman (üniversitede ilk senesini geçiren oyuncu) unvanını da kazanıyordu. Kenny Anderson’dan sonra Georgia Tech’e gelmiş geçmiş en iyi point guard olarak adlandırılan Marbury, Georgia Tech’de oynadığı tek senesi olan 1995-96 sezonunda Georgia Tech’i kendi ACC’de şampiyonluğa taşımış ve final maçında Tim Duncan’lı Wake Forest’a karşı 26 sayı atmıştı.
Üniversite’den NBA’ye geçiş
Georgia Tech de geçirdiği başarılı freshman yılının ardından Marbury ani bir kararla NBA’ye girmeye karar verdi. Yıl içinde kendisine NBA draftına girip girmeyeceği ile ilgili sorulan sorulara “Eğer o zamana kadar ilk beşte seçileceğimi hissedersem gireceğim” diye cevap veriyordu. Sene sonunda Georgia Tech’i en iyi 16’ya taşıyan Marbury, Cincinnati’ye yenildikleri maçtan sonra NBA’i ciddi ciddi düşündüğünü dile getirmişti. 1996 draftına 1 ay kala yaptığı basın toplantısıyla Eric Fleischer adında Brooklyn’li bir menajer ile anlaştığını ve NBA Draftı’na katılacağını açıklayan Marbury bu kararında kendisini NBA’ye hazır olarak görmesinin büyük payı olduğunu söylüyordu. Bu basın toplantısında birkaç komik olay da oldu. Basın toplantısı, Marbury’nin annesinin gecikmesi dolayısıyla 40 dakika geç başladı. Marbury bu olay için “Annem herhalde benim Georgia da kalmamı istiyor. Üniversitede sadece bir sene geçirip NBA’e geçme kararı vermem annem için o kadar şaşırtıcı olmuş ki basın toplantısının zamanını bile unuttu!” diyordu.

“Annem herhalde benim Georgia da kalmamı istiyor. Üniversitede sadece bir sene geçirip NBA’e geçme kararı vermem annem için o kadar şaşırtıcı olmuş ki basın toplantısının zamanını bile unuttu!” Stephon Marbury

Marbury, NBA Draftına katılma kararı konusunda ise ”Çocukken hep Micheal Jordan ve Magic Johnson’u izleyerek büyüdüm. Seneye NBA’ye girersem çocukken izlediğim oyuncularla oynama fırsatı bulacağım. Ayrıca ben bu zamanın doğru zaman olduğunu ve bana bir fırsat geldiğini düşünüyorum. Kapıma kadar gelen bu fırsatı tepmem yanlış olur, belki de bu şansı bir daha hiç yakalayamam. Onun için bu fırsatı kaçırmamak uğruna bu kararı veriyorum” diyerek kararının nedenlerini açıkladı.
O sene NBA draftına gireceğini açıklayan oyunculardan Georgetown’dan 1.83 boyunda bir yıldız Marbury’nin drafttaki en büyük rakibi olarak görülüyordu. Bu oyuncu hepimizin yakından tanıdığı Allen Iverson’dı. Oyun stili, hızı Marbury’e benzese de o zamanlar Marbury ve Iverson karşılaştırılırken sorulan bir soru vardı. Acaba Marbury mi yoksa Iverson mı daha rahat point guard oynayabilir?
Lise ve üniversite yılarında Marbury, daha çok sayıya yönelik oynayan bir point guard profili çizmişti. O zamanlar Marbury 2 numara gibi oynamasına karşın aynı Iverson gibi boy dezavantajına sahipti. Bir SG için kısa olan her iki oyuncuda 1.5 numara gibi oynuyor ve attıkları sayılarla ön plana çıkıyorlardı. İşte bu tartışmalarla birlikte girilen 1996 draftında Allen Iverson ilk sıradan Philadelphia 76’ers tarafından, Marbury ise 4. sıradan Milwakuee Bucks tarafından seçildi. 5. sırada bulunan Minnesota Timberwolves ise Ray Allen’ı seçmiş ve draft gecesi yapılan takasla takıma enerji getireceği düşünülen Marbury ile takas edilmişti. Böylece Marbury’ye evinden uzak bir yer olan Minnesota’nın yolu gözükmüştü.

Yeni Yuva Minnesota

Marbury’nin yeni durağı Minnesota olmuştu. Her ne kadar draftta daha yukardan (büyük ihtimalle 3.sıradan Vancouver tarafından) seçilmesi beklense de Marbury sonunda Minnesota’lı olmuştu. Brooklyn’de başlayan basketbol macerası Minnesota da, Amerika’nın daha sert iklimli batı bölgesinde devam edecekti hem de 1995’de USA Junior Takımında tanıştıkları ve daha sonraları sürekli telefonda görüştükleri dostu Kevin Garnett ile birlikte oynayacaktı.
Gerek sezon öncesi kamplarda gerekse yaz liglerinde Marbury çok iyi performans ortaya koyuyor ve herkesi etkiliyordu. Herkes Marbury’den çok iyi bir sezon bekliyor ve onun yılın en iyi çaylağı olabileceğini daha sezon başlamadan dile getiriyorlardı.
1996-97 sezonunda Marbury belki de kariyerinin en iyi senesini geçirdi. Her ne kadar başlangıcı pek iyi olmasa da sonu çok iyi olan bir seneydi bu. Minnesota ile çıktığı ilk maçta taraftarlar “Marbury bilekleri kırar” sloganları atıyorlardı. Bu “bileği kırma” da topu bir taraftan diğer taraf çeken oyuncunun karşısındaki savunmacıyı geçmesi durumunda karşı savunmacının bileklerinin kırılması anlamına gelir. Mecazi bir anlam taşıyan bu slogan ne yazık ki o gece gerçek oldu ve taraftarların dediği gibi Marbury bilek kırdı. Yalnız bir sorun vardı. Marbury’nin kırdığı bilek maalesef kendisininkiydi. Minnesota-San Antonio maçının 8.dakikasında aldığı bir ribaunddan sonra ters düşen Marbury sahadan sekerek ayrılmış ve bir daha geri dönmemişti. Minnesota’nın 82-78 kazandığı maç sonrası Marbury ”Ne yalan söyleyeyim galiba bileğimi kırdım, yürürken acı çekiyorum. İyi ki maçı kazandık yoksa bileğimin acısına birde uykusuzluk ekleyecektim.” diyerek hem takıma olan inancını hem de acısını dile getiriyordu. Allah’tan olay Marbury’nin dediği gibi bir bilek kırılması olmadı. Bileği dönen Marbury 7 maç sahalardan uzak kaldı. Kendisinden çok şeyler beklenen bir çaylak için daha çıktığı ilk maçta böyle bir sakatlık yaşamak çok güven kırıcı olabilir. Ancak bu olay Marbury’de tam tersi etki gösterdi. Salonlara döndükten sonra kendisini çok iyi motive eden Marbury yıl içinde oynadığı 67 maçın 64’ünde sahaya ilk beş çıktı. 15.8 sayı, 7.8 asist ve 2.3 ribaund istatistikleri ile oynayan Marbury, Minnesota’yı tarihinde ilk kez NBA Playoffları’na taşıdı. O sene Marbury bir çok da rekor kırdı. Milwakuee karşısında yaptığı 17 asistle, Minnesota tarihinin en çok asist yapan oyuncusu olurken bir maçta attığı 6 üçlük ile bir çaylak tarafından bir maçta atılan en fazla üçlük rekorunu kırmış oldu. Marbury aynı sene en iyi çaylak beşine seçilirken yılın çaylağı oylamasında Iverson’un ardından ikinci oldu. Sezon içerisindeki Minnesota-Philadelphia maçında ise Marbury 26 sayı, 6 asistlik bir performans sergileyerek Iverson karşısında başarılı bir performans ortaya koydu. Beklenen bu düellodan sonra Marbury’ye, Iverson ile ilk buluşmasının nasıl geçtiği sorulduğunda ”Bu sefer ben daha çok sayı attım ancak Iverson’a karşı çok büyük saygım var. Oyun stillerimiz birbirine çok benziyor ve biz bir anlamda birbirimizin panzehiri gibiyiz. Birbirimizi frenleyebiliyoruz.” diyordu. Sezon sonunda Iverson mı Marbury mi daha iyi tartışmaları devam ediyordu. Marbury takımını kazanan bir takım haline getirmiş ve Iverson’dan daha fazla asist yapmıştı. Iverson ise bir çaylak için inanılmaz bir sayı ortalaması (23.5) yakalamış ve Philadelphia takımının süperstarı konumuna gelmişti, ancak Philadelphia sezonu kötü bir derece ile bitirmiş ve playofflara kalamamıştı. Bunun yanında Iverson yılın çaylağı seçilmişti.
Minnesota 97 senesinde 2003 e kadar süregelecek bir trendin de ilk adımını attı ve ilk turda Houston Rockets’a 3-0 ile boyun eğdi. Steph bu 3 maçlık seride 21.3 sayı, 7.7 asist ortalamaları ile takımının iki kategoride de en iyisi olurken, Minnesota tarihinin ilk playoff maçında da 28 sayı ile takımının en skorer oyuncusu oldu. Başarılı bir çaylak sezonunun ardından Marbury’e kazandıran oyuncu statüsü de yerleşmeye başlamıştı. Bunun yanında geleceğin büyük yıldızlarından olmasına kesin gözüyle bakılan Marbury’ye o sene adının başına İngilizce yıldız anlamına gelen ”Star” kelimesi getirilerek bir de takma ad bulundu ve Marbury’ye “Starbury” denmeye başlandı.

Starbury

1997-98 sezonu da Marbury için iyi geçmiş bir sezon olarak nitelendirilebilir. 82 maçın hepsinde yer alan Marbury takımını tekrardan playofflara taşıdı. Marbury sene içinde 8.6 asist ortalamasıyla ligde 4.sırayı aldı. Bunun dışında 8/11 üçlük atarak 35 sayı kaydettiği Seattle maçı Minnesota tarihine bir rekor olarak girdi. Ayrıca Utah karşısında 38 sayı üreterek kariyerinin en üst rakamına da ulaştı. Playofflarda ise Payton’lı, Kemp’li Seattle ile eşleşen Minnesota, 3-2 ile yine playofflara ilk turdan veda etmek zorunda kaldı.
1998-99 sezonu Starbury için bir dönüm noktası oldu. Kendini yenileme kararı alan Marbury yazın çok iyi çalışarak kendini çok iyi bir hale getirdi. Marbury’nin şansızlığından mıdır bilinmez o sene lokavt oldu ve sezon kısa sezon olarak 50 maç üzerinden oynandı. 5 Şubat’ta başlayan sezonda Marbury ilk 18 maça Minnesota Timberwolves formasıyla çıktı. Bu arada Stephon, Minnesota’da huzursuz olduğu ve İngilizce ”Home sick” olarak tabir edilen evi özleme durumun olduğunu söylüyordu. Marbury’nin huzursuz olduğu iddiaları ortalardayken Marburty Minnesota’nın çok soğuk ve kültürel açıdan çok farklı olduğunu, buraya alışmakta güçlük çektiğini öne sürerek trade istedi. Herkes bu isteğin Marbury’nin eski dostu Kevin Garnett ile uyuşamamasından dolayı olduğunu düşünse de Marbury bunu yalanlıyor ve gerçekten ortama alışamadığını ısrarla tekrarlıyordu. Bu söylemleriyle taraftarlarında gözünden düşen Marbury 3 takımın yer aldığı bir trade ile New Jersey’nin yolunu tuttu. Bu trade sonunda Chris Carr, Bill Curley, Eliot Perry ve Marbury New Jersey’e giderken Terrell Brandon ve Brian Evans Minnesotaya gidiyor, Sam Cassell, Paul Grant ve Chris Gatling ise Milwakuee’nin yolunu tutuyordu. Çok karışık bir trade (takas) ile evine 15 dakika uzaklıktaki New Jersey’de oynama fırsatı bulacak olan Marbury, bu takastan gayet mutlu olduğunu belirtiyordu. Takas için “Evimin yakınında daha rahat oynayacağım. En azından her akşam yatarken acaba şu anda bizimkiler Brooklyn’de başlarını belaya sokmadan yaşıyorlar mı?” diye düşünmeyeceğim diyordu.

”Fingerroll’u işin ustasından öğrenmek istedim. Bu hareketi yapmayı çok seviyorum çünkü yaptığım da karşımda topumu bloklamaya çalışan uzun, gülünç duruma düşüyor. Turnike’ye çıkıyorum ve uzun elini kaldırıyor.Topuma vurmak için elini sallıyor ve ben fingerroll ile topu potaya bırakıyorum. Birde bakıyorum ki uzun havayı tokatlıyor!” Stephon Marbury

Fingerroll’un duayeninden alınan ders

Bu arada bu sezon için önemli bir anektod da Marbury’nin lokavttan yararlanıp o sene San Antonio’nun efsane ismi George Gervin’e giderek bizim imrenerek izlediğimiz fingerroll adı verilen şutu ona çalıştırmasını istemesiydi. Zamanında bu işi en iyi yapan hatta bu şutu yaratan oyuncu olarak bilinen Gervin, Marbury ile iki hafta boyunca çalışmıştı. Bu derslerin ve çalışmanın bayağı bir faydalı olmuş ki Marbury’nin bugün de en çok kullandığı hareketlerden biri fingerroll’dur. Bu konuda Marbury ”Fingerroll’u işin ustasından öğrenmek istedim. Bu hareketi yapmayı çok seviyorum çünkü yaptığım da karşımda topumu bloklamaya çalışan uzun, gülünç duruma düşüyor. Turnike’ye çıkıyorum ve uzun elini kaldırıyor.Topuma vurmak için elini sallıyor ve ben fingerroll ile topu potaya bırakıyorum. Birde bakıyorum ki uzun havayı tokatlıyor!” diyor.
Marbury sezonun son 5 maçında 33.2 sayı ortalamasını tuttururken, 41 sayı attığı Bucks maçında da kariyerinin en yüksek rakamına ulaşıyordu. 17 Şubat’taki Houston Rockets maçında ise müthiş bir performans sergileyerek hiç top kaybı yapmadan 40 sayı, 12 asist yapıyor ve NBA tarihinde hiç top kaybı yapmadan 40 üstü sayı ve 10 üstü asist yapabilen 5. oyuncu oluyordu.

Beklenmeyen Düşüş

Yeni takımıyla gireceği ilk sezona iyi hazırlanan Marbury’nin sezonu beklenenin aksine kötü geçti. Tradeden sonra Marbury’nin takımı yönetmesini istediğini belirten koç Byron Scott sezon ilerledikçe Marbury’nin şahsi oynadığından yakınmaya başladı. Her ne kadar Marbury’nin kişisel istatistikleri gayet iyi olsa da takımı New Jersey Nets kötü sonuçlar alıyordu. 75 maç üst üste çift haneli skor üreten Marbury sezondaki bütün maçlara çıktı. Marbury bu sene en iyi üçüncü NBA beşine seçildi. 22.2 sayı, 8.4 asist ve 3.2 ribaund ortalamalarıyla oynayan Marbury’nin takımı yönetememesinden midir yoksa takım arkadaşlarının Marbury’ye ayak uyduramamasından mıdır bilinmez, New Jersey son 6 yılda 5.kez playofflara girememiş oldu. Bu sonuç Marbury’nin beklenen, aranan kurtarıcı olmadığını gösterir düzedeydi. Ayrıca sezon sonuna doğru koç Scott’ın Marbury’e yönelik eleştirilerini direkt kendisine değil de medya aracılığı ile herkesin önünde yapması Marbury’i üzüyordu. İlginç bir nokta ise Marbury’nin New Jersey’de oynadığı her maça 10-15 civarında akrabasını getirmesi. Yani Marbury oyunuyla takımı iyileştirmese de finanssal yönden bir katkı yapıyordu.
Minnesota’da oynadığı senelerde ele avuca dokunur bir başarı elde edememesi, hep ilk turda elenmesinin üstüne bir de New Jersey’de playofflara kalamaması eklenince Marbury’ye “kaybeden oyuncu” sıfatı takılmış oldu. Marbury ise bunu değiştirmek için elinden geleni yapmaya çalışacağını söyledi.
Bu arada Minnesota’ya döndüğü ilk maç 20 Şubat’ta doğum gününde oldu ve Steph eski takımının potasına 39 sayı göndermeyi başardı. 27 Ocak’ta ise Vancouver karşısında 42 sayı atarak bir kez daha kariyerinin en yüksek rakamını geliştirdi.

Muhteşem bir sezon ve Lakers potasına gönderilen 50 sayı

2000 draftında ilk sırayı elde eden New Jersey Nets, Cincinnati üniversitesinin agresif oyuncusu Kenyon Martin’i seçti. Bu seçim ile takımı güçlendirmeyi ve playofflara taşımayı hedefleyen Nets’de bir sonraki sezon yine hüsranla bitti. Playofflara kalamayan New Jersey’de Marbury yine kendisi açısından başarılarla dolu bir sezon geçirdi. Staples Center’da Lakers potasına kariyer rekoru olan 50 sayıyı yollayan Marbury sezonu 23.9 sayı (lig 10.su) ve 7.6 asist (lig 8.si) ortalamalarıyla bitirdi. Oynadığı 68 maçın 67‘sinde çift haneli rakamlara ulaşan Marbury ilk kariyer triple-double’ını da Chicago karşısında 33 sayı, 12 asist, 11 ribaund ile bu sezonda yaptı. İlk defa All-Star olan Marbury, kendisiyle karşılaştırılan ve hep rekabet içinde olduğu Iverson’la beraber doğu karmasının maçı kazanmasını sağladı. Son 1 dakikada biri maç kazandıran üçlük olmak üzere 2 üçlük atan Marbury 22 sayıyla da takımına maçı kazandırmış oldu ancak All-Star MVP ödülünü maçta inanılmaz oynayan Iverson kazandı.
Bu arada New Jersey’de Kenyon Martin oyunundan çok teknik faulleriyle ön plandaydı ve Marbury takıma lider olamamakla suçlanıyordu. Saha içinde lider olamadığı ve takım arkadaşlarını daha iyi yapamadığı söyleniyordu. Marbury ise bu eleştirilere cevap vermiyordu ancak her ne kadar istatistiksel bir yükselişin içine girdiyse de bu gelişim kendisini NBA’in iyi guardları arasına sokmaya yeterliydi. Marbury her sene üstüne bir halka daha eklenen ”Kaybeden oyuncu” sıfatını bir türlü üstünden atamamıştı. Takım arkadaşları da onun gibi olmuştu. Marbury, New Jersey’nin bu durumunu ve ne yapılması gerektiğini şöyle belirtmişti ”Sadece çıkıp bütün enerjimizle oynamalıyız. Başka türlü bu iş olmuyor. Doğruları yapmaya çalışıyoruz ancak sonuç gösteriyor ki bir yerde bir yanlış var ve bunu bulma görevi bizim” Marbury her ne kadar evinin yakında oynamaktan çok hoşnut olsa da New Jersey’de bir şeylerin yanlış gittiği kesindi.
Yanlışların faturası da Marbury’e kesilmişti. 2001 yazında Marbury, Phoenix Suns’dan Jason Kidd ile takas edildi. Bu takas esasen tam olarak sportif nedenlerden dolayı yapılmış bir takas değildi. Phoenix o sene karısını döven Jason Kidd’den yanlış örnek oluyor gerekçesiyle kurtulmak istiyor New Jersey ise Marbury’nin gerek yaşı gerek şahsi oyun stili bakımından bir lider olamayacağına kanaat getirdiği için onu lider vasıflı bir point guard ile takas etmek istiyordu. Yapılan bu trade soncunda her iki takım da muradına erdi.

Yeni Bir Sayfa

Marbury’nin Phoenix’e trade olmasıyla beraber kendisi için yeni bir sayfa açılıyor demekti. Kadrosunda Shawn Marion, Penny Hardaway gibi oyuncuları bulunduran ve bir yenilenme sürecine giren Phoenix takımı dizginlerini genç Marbury’ye vermişti. Artık Marbury’nin gerçek bir lider olması gerekliydi. Kağıt üstünde her şey çok pozitif görünüyordu. Ancak gelişmeler yine istendiği gibi olmadı. Marbury, Phoenix tarihinde 1996-97 sezonundan sonra (Kevin Johnson, 20.2) ilk defa 20.0 sayı ortalamasını geçen oyuncu oldu ve 20.4 sayı, 8.1 asist ortalamaları tutturdu ancak Phoenix takımının 13 seneden beri ilk defa playofflara kalamamasını engelleyemedi. Belki Koç Scott Skiles ise Marbury’den gayet memnun olduğunu ”Bizim Marbury ile bir sorunumuz yok. Koçluğunu yapmak gayet kolay. Yavaş yavaş da bir lider olacak.” sözleriyle dile getirmişti. Marbury’nin takımı Phoenix playofflara girememişti, diğer tarafta Kidd, Marbury’den devraldığı kaptanlık koltuğunda gemisini NBA finallerine taşıştı. Durum böyle olunca tüm eleştiri okları tekrar Marbury’nin üzerinde toplanmaya başladı. Olay sürekli döndürülüp dolaştırılıp Marbury’nin lider vasıflarının olmamasına getirildi. Marbury ise bu eleştirilerden etkilendiğini açıkça söylüyor ve ekliyor ”Evet o an benim için her şey kötüydü. Trade’den karlı çıkan takım Nets gibi gözüküyordu ve eleştirilmemden doğal bir şey yoktu ancak insanlar Kidd ile aramızda 6 yaş olduğunu unutmamalı ve geleceği görebilmeliler”. Bu cümlelerde saklı olan şey ise Marbury’nin Kidd’in aksine her geçen gün daha da olgunlaştığı ve gelişimini devam ettirdiği idi. Buna güzel bir örnek ise bir önceki sezon sayı bulmakta zorlanan Phoenix’in 2001-02 sezonunda takım halinde en çok sayı atan takımlardan biri haline gelmesidir.

Evet o an benim için her şey kötüydü. Trade’den karlı çıkan takım Nets gibi gözüküyordu ve eleştirilmemden doğal bir şey yoktu ancak insanlar Kidd ile aramızda 6 yaş olduğunu unutmamalı ve geleceği görebilmeliler”. Marbury

Marbury yavaş yavaş takımını oynatmaya başlıyordu. Bu arada All-Star hafta sonuna seçilmeyen Marbury alkollü araba kullandığı gerekçesiyle polis tarafından tutuklanmış ve bir haftalık All-Star tatilini ailesinin yerine polisin yanında geçirmişti. Olaydan sonra “Hatalıyım. İçki içerken araba sürdüm ve bu benim yapmaman gereken bir şeydi. Sadece kendime değil başkalarına da zarar verebilirdim. Annemde yanlış yaptın dedi. Bir daha bunu tekrarlamayacağım” diyerek olayı gayet olgunlukla karşıladı.
Senenin sonlarına doğru, Marbury yeni evlendiği ortaokul aşkı LaTasha ile gittiği Lakers final serisinin son maçında kendisi ile trade edilen Nets’in yeni ”kahramanı” Kidd’i izliyordu. Lakers’ın attığı bir basketten sonra alkışlayan Marbury’e Lakers’ı tutup tutmadığı sorulduğun da ”Nets kazanacağına Lakers kazansın daha iyi” şeklinde bir cevap veriyordu. Bir zamanlar gitmek için her şeyini vereceği takım olan Nets’de kendisine haksızlık yapıldığına inan Marbury böylece duyduğu kini de ortaya da koyuyordu. Maç sonunda Lakers, Nets’i yeniyor ve seriyi 4-0 ile kazanarak NBA şampiyonu oluyordu. Marbury’nin de dileği yerine gelmişti.

“Bire birde beni kimsenin tutabileceğini zannetmiyorum. Benim oyun felsefem karşımdaki defansı yıkmak ve arkadaşlarıma boş şut yaratmak. Benim ürettiğim sayılar ise defansı geçip pas atacak adam bulamadığım zaman zorunluluktan attığım sayılar. Ayrıca istediğim zaman 40 sayı atabileceğimi düşünüyorum. Ama dediğim gibi benim için ilk iş pas atmak çok darda kalırsam şut da atarım.” Stephon Marbury

Maç sonunda kendisi ile yapılan bir röportajda bazı ilginç açıklamalarda bulunan Marbury “Bire birde beni kimsenin tutabileceğini zannetmiyorum. Benim oyun felsefem karşımdaki defansı yıkmak ve arkadaşlarıma boş şut yaratmak. Benim ürettiğim sayılar ise defansı geçip pas atacak adam bulamadığım zaman zorunluluktan attığım sayılar. Ayrıca istediğim zaman 40 sayı atabileceğimi düşünüyorum. Ama dediğim gibi benim için ilk iş pas atmak çok darda kalırsam şut da atarım.” diyordu. Aslında Marbury bu cümlelerle bir anlamda gelecek sezon Phoenix’de üstlenmeyi planladığı rolü de açıklar gibiydi. Ayrıca Marbury maç sonrasında Kidd hakkında ”Herkes olaya tek taraflı bakıyor. Kidd’in yaşı malum ve yakında free agent olacak. Eğer New Jersey onunla bir 7 sene daha anlaşabilir ve her sene NBA finallerine çıkmayı başarabilirse ne mutlu onlara. İşte o zaman bana ne derseniz kabul.” şeklinde konuşuyordu.
2001-02 sezonunu sakatlıklarla geçiren Marbury yazın her iki bileğinden de ameliyat oldu. Bunu dışında alkollü araç sürme olayından dolayı 10 gün hapiste yattı. Bunları neden mi söylüyorum? Çünkü Marbury, 2002 yazında bu dakikalar hariç her anını basketbola adadı. Ağırlık çalışarak şu ana kadar ki en iyi fiziksel durumuna geldi. Bunun yanında şutlarını geliştirdi. Her anını basketbolla geçiren Marbury yeni sezona çok daha farklı bir Marbury olarak girdi. Sahada bir lider gibi davranan Marbury’deki en önemli değişikliği koç Johnson şöyle ifade ediyor ”Marbury geçen sene sahada iletişim problemleri yaşardı. Bu sene geldiğinde ise tam tersine bize saha içindeki oyuncularla iletişimimizde yardımcı olan bir lider gördük karşımızda. İşte biz buna olgunlaşma diyoruz.” Koç Johnson Marbury’de gördüğü bu değişiklik hakkında ”20’li yaşların ortalarındaki insanların bir özelliği vardır. Bu yaşlarda bir değişiklik olur, bir düğmeye basılır ve kötü gidiyor gibi görünen her şey bir anda yoluna girer. İnşallah Steph’de gördüğümüz bu değişiklikte bu cinsten bir değişikliktir.” diyor.
Bu değişikliği bir yıllık evli olduğu ve Xaviera adlı çocuğunun annesi olan LaTasha da gözlemlemiş olacak ki; ”Marbury çok olgunlaştı. Artık New Jersey’de ki gibi arkadaşlarıyla çok gezmiyor, ailesine daha çok zaman ayırıyor. Öyle ki bizi Orlando’ya Disneyland’a bile götürdü” şeklinde bir yorumda bulunuyordu.

”Marbury geçen sene sahada iletişim problemleri yaşardı. Bu sene geldiğinde ise tam tersine bize saha içindeki oyuncularla iletişimimizde yardımcı olan bir lider gördük karşımızda. İşte biz buna olgunlaşma diyoruz.” Phoenix Koçu Frank Johnson

CrunchBury

Geçtiğimiz sezonda Marbury çok değiştiğini ve yazın yaptığı çalışmaların karşılığını aldığını herkese gösterdi. Sahada tam bir lider gibi oynayan Marbury 22.3 sayı (lig 12.si) , 8.1 asist (lig 4.sü) ortalamalarıyla oynarken takımını playofflara taşımasını bildi. Bunun yanında başta liseli çaylak Amare Stoudemire ve Shawn ”TheMatrix” Marion olmak üzere herkesi All-Star seviyesinde bir oyuncu olmaya itti. Öyle ki All-Star hafta sonunda Marion ve Marbury All-Star maçında oynarken Amare’de rookie-sophomore maçında ve smaç yarışmasında boy gösterdi. Bunun yanında Amare yılın çaylağı ödülünü alan ilk Phoenix’li olma ünvanını kazandı.
Bu sene diğerlerinden farklı olan diğer bir şey ise Marbury’nin taraftarlarca çok seviliyor olması. Her maç “Starbury” tezahüratları ile çınlanan West American Arena’da Marbury oynadığı oyunla olsun, son saniyelerde ve önemli dakikalarda aldığı sorumlulukla olsun taraftarın gönlünde yer edindi. Marbury bu sezon 17 kez son periyoda 10 ve üstü sayı kaydederek, nasıl sorumluluk alabileceğini gösterdi. Başta playoffların ilk maçında San Antonio karşısında attığı son saniye basketi olmak üzere, maç kazandıran basketlerle de son saniyelerin adamı oldu. Gary Payton, Sam Cassell ve Michael Redd’den oluşan Milwaukee kısalarını denize döktüğü 26 Şubattaki maçta 3.periyodunda 18, son periyodunda ise 17 sayı üreterek maçı 41 sayı, 7 asist ve 6 ribaund ile tamamladı ve Suns’a 118-112’lik galibiyeti getiren oyuncu oldu. Lakers karşısında son periyotta 14 sayı bulduktan sonra Marbury için, Los Angeles guardı Derek Fisher,”Son zamanlarda çok olgunlaştı. Kidd takasından sonra herkes onun üstüne geldi ama o bu zorlukları omuzlamayı bildi. Gün geçtikçe daha fazla sorumluluk alıyor. Onun için çok mutluyum ve o kesinlikle ligin en iyi beş guardından biri” diyordu.

”Son zamanlarda çok olgunlaştı. Kidd takasından sonra herkes onun üstüne geldi ama o bu zorlukları omuzlamayı bildi. Gün geçtikçe daha fazla sorumluluk alıyor. Onun için çok mutluyum ve o kesinlikle ligin en iyi beş guardından biri” Derek Fisher

Ayrıca Marbury bu sene ligde takımına offense (sayı ve asist) yönünden en çok katkı yapan oyuncular ortalamasında %41.4 ile üçüncü sırada yer aldı. Yani Marbury takımının offansının %41.4 ü demek. Her ne kadar Phoenix’in bu seneki başarısında çaylak Amare Stoudemire’ın rolü çok büyük gibi gözükse de esas olan Marbury’nin takımı iyi yönetmesi.
Playofflar’ın ilk turunda şampiyon San Antonio’ya elenen Suns, Spurs’u çok zorlamış ancak Duncan gibi dominant bir oyuncuya kafa tutamayarak 4-2 yenilmişti. Seride köprücük kemiğinde çatlak ile oynayarak cesaretini bir kez daha ortaya koyan Marbury seriden sonra takımı hakkında “Ben, Matrix, Penny, Amare ve Jacobsen ile çok genç ve kaynaşmış bir grubuz. Bu sene birbirimize çok iyi alıştık. İleriki senelerde ben bu takımı şampiyonluk kupasını kaldırırken hayal edebiliyorum” derken gerçekleşmesi zor ama imkansız olmayan bir rüyasını dile getiriyor. Marbury’nin bu seneki arkadaşlarını All-Star kalibresine getirdiğini ve kendisinin de yavaş yavaş ligin en iyi point gardı olma yönünde ilerlediğini düşünürsek bu rüyanın gerçekleşebileceğini düşünebiliriz. Tabi bunun için Marbury’nin annesini söylediği ve Marbury’nin aklından hiç çıkarmadığı iki kuralı kendisinin ve takım arkadaşlarının uygulaması gerekli!.
Kural 1: “Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle davran”
Kural 2: ”Her zaman sıkı çalış. Nerde olursan ol ister sahada ister kampta ister başka bir yerde sıkı çalış ki hedefine ulaşabilesin”
Bakarsınız seneye bu günler parmağında evlilik yüzüğünden başka bir yüzük daha bulunan bir adamı konuşuyor oluruz…


0 yorum:

Yorum Gönder